www.EhlibeytKutuphanesi.com
içindekiler            
                                   

KUR'AN'DA Hz. ALİ'NİN VELAVETİ....../ 109



                   İKMAL-İ DİN (DİNİ KAMİL KILMAK) AYETİ DE HİLAFETLE İLGİLİDİR


        Allah-u Teala Maide suresinin 3. ayetinde şöyle buyuruyor.


                           

        "Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım size din olarak Müslümanlığı verdim de hoşnud oldum."


        Şia, bu ayetin Gadir-i Hum'da Rasulullah (s.a.a)ın Hz. İmam Ali'yi müslümanlara halife olarak ilan ettikten sonra nazil olduğunda Ehl-i Beyt imamlarından bu konuda gelen rivayetıere dayanarak ittifak etmişlerdir.


        Bunun yansıra Ehl-i sünnet alimlerinden bir çoğu da bu ayetin Gadir-i Hum'da Hz. Ali'nin hilafete tayin edilişinden sonra nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Biz onlardan
bazısını zikrediyoruz:
        1- İbn-i Asakir'in yazdığı 'Tarih-i Dimişk" c.2, s.75.
        2- İbn-i Meğazili Şafii'nin yazdığı "Menakib-i Ali ibn-i
Ebu Talib", s.19.
        3- Hatib-i Bağdadi'nin yazdığı 'Tarih-i Bağdad", c.8, s.290.
        4- Suyuti'nin yazdığı "El İtkan" c.1, s.31. ).
        5-Harezmi (Hanefi)nin yazdığı "El Menakıb", s.8O.
        6- Sibt ibn-i Cevzi'nin yazdığı 'Tezkiret'ül Havass, s.30.
        7- 'Tefsir-i ibn-i Kesir', c.2, s.14.



110  / DOĞRULARLA BİRLİKTE


8- Alüsi'nin yazdığı 'Ruhu'l Meani" adlı tefsir, c.6, s.55.
9- İbn-i Kesir Dimişk'in yazdığı "EI Bidayet-u Ve'n Nihaye" adlı kitap, c.5, s.213.
10- Suyuti'nin yazdığı "Ed Dürr'ül Mensur" adlı tersir, c.3, s.19.
11- Kunduzi el Hanefi'nin yazdığı "Yenabiu'l Mevedde" adlı kitap, 50115.
12- Haskani el Hanefi'nin yazdığı "Şevahid'ut Tenzil", c.1, s.157.

        Ama, buna rağmen, Ehl-i sünnet alimleri sahabe ve selerin hürmetini korumak amacıyla bu ayetle ilgili olarak ayrı bir nüzul sebebi zikretmek mecburiyetinde kalmışlardır.

        Çünkü eğer Gadir-i Hum'da nazil olduğunu kabul etseler o zaman, Hz. Ali'nin velayeti Allah-u Teala'nın dinini kamil kılıp onunla müslümanlara nimetini tamamladığını kabul etmiş olmaları gerekirdi. Bu ise, Hz. AIi'den önceki üç halifenin hilafetine dil uzatılmasına, sehabenin tümünün adaletinin sarsıntıya düşmesine ve suda eriyip giden buz gibi bir çok meşhur sayılan hadislerin eriyip gitmesine sebep olurdu. Fakat bu istenmiyen bir olaydır. Zira bu tarihiyle, alimleriyle, büyükleriyle, büyük bir çoğunluğun benimsediği, inandığı şeylerdir.

        Yine mezkur ayetin Gadir-i Hum'da nazil olduğunu kabul etmek, arafe akşamı, (Cuma günü) nazil olduğunu nakleden Buhari ve Müslim gibilerinin sözlerinden de şüphe etmeği gerektirir ki, bu da onlarca rahatça kabul edilecek bir şey değildir.

KUR'AN'DA Hz. ALİ'NİN VELA YETİ...... /  111

        Böylece ilk grup rivayetlerin, yani bu ayet in Gadir-i Hum'da nazil olduğunu açıklayan rivayetlerin esası olmayan, Şia uydurmalarından başka bir şeyolmadığına hüküm verilmiş, sahabedense Şia'ya çatmak daha evlii sayılmıştır.

        Ehl-i sünnete göre günah işlemeyen adil kişiler
(1) olarak bilindiğinden hiç bir kimsenin onların fiil ve sözlerini tenkid etmeye hakkı yoktur.

        Hatta bazıları Şia mezhebini mecusilik ve zındıkhkla suçlamış ve mezheplerinin kurucusunun Abdullah ibn-i Sebâ
(2) olduğunu ileri sürmüstür. İbn-i seb'a İslam ve müslümanları bölmek için Osman'ın hilafeti döneminde iman eden bir yahudi diye tanımlanmıştır.

        Bu görüş; saha bey i (hangi sahabi olursa olsun; peygamberi bir defa görmüş bile olsa) takdis edip onlara
saygı göstermek esası üzere eğitilen' bir kitleye daha kolay gelir.

--------------------------

1 - Zira Ehl-i sünnete göre sehabeler aynen yıldızlara benzerler; hangisine uyarsanız hidayete erirsiniz.
2 - Abdullah ibn-i Seba diye birisinin gerçekle tarihte varolmadığı ve bunun tamamen hayali bir şahıs olduğu konusu ve böyle bir şahsın, meşhur yalana Seyf ibn-i Ömer Tamimi'nin uydurmalarından olduğu hususunda Allame Askeri'nin yazdığı "Abdullah ibn-i Seba Masalı" adlı kitaba müracaat edilebilir. (Bu eser Türkiye'de merhum Gülpınarlı tarafından tercüme edilmiştir. m.) Abdullah ibn-i Sebâ  olsa  olsa Ammar ibn-i Yasir gibi büyük bir sahabe'ye takılan isim ve yapılan iftiradan ibaret olduğu hususunda araştırmak için Doklor Mustafa Kamil
Seybani'nin yazdığı "Es Sile Beyn'et Tasavvuf-i ve'ş Şia" (Tasavvufla Şia Arasındaki Bağlantı) adlı kitabı ile Taha Hüseyin'in yazdığı "El Fitnet'ül Kubra' (Büyük Fitne) adlı kitabını okuyunuz.

 


112 /   DOĞRULARLA BİRLİKTE


       Böylece bu kitleye dinin kamil olduğu hakkındaki ayetin Gadir-i Hum'da nazil olduğunu açıklayan hadislerin, Rasulullah (s.a.a)ın imam olduklarını beyan ettiği on iki imam ile ilgili hadislerinden olduğunu isbat1amak nasıl mümkün olabilir?

        Bilindiği üzere birinci asırdan beri müslümanlara hükmeden yöneticiler, Hz. Ali ve evlat1arının makamlarını halkın gözünde küçültmek için, sahabelerin sevgi ve saygısını yaymak siyasetini takip etmişlerdir. Hatta; minberlerde açıkça Ehl-i Beyt'e la'net okutturulmuş, Şiileri ölüm ve sürgüne tabi tutmuşlardı. Velhasıl Muaviye'nin hilafeti döneminde propaganda araçlarının yaydığı Şia aleyhtarı, yalan şayıalar ve uydurma efsaneler neticesinde, Şia'ya karşı, bu tür propagandaların etkisi altında bulunan müslümanlar arasında bir nefret ve düşmanlık duygusu uyanmıştı.

        Şia Kur'an'ı ve Ehl-i Beyt'in emirleri doğrultusunda tarih buyunca zalimlere karşı sürekli mücadele verdiğinden hep sözkonusu yöneticiler tarafından baskı altında tutularak inzivaya itilmesi istenmiştir ve yok olmaya mahkum edilen bir karşı cephe olarak telakki edilmiştir.

        Bu yüzden; o asırların tarihçi ve yazarlarının bile baştakilere yakın olabilmek için, kitaplarında, Şia'yı Rafizi1er olarak adlandırıp onları tekfir ettiklerini görüyoruz.


        Emevi devleti sona erip, Abbasi hükümeti başa geçince bir grup tarihçilerin eski yöntemleri devam ederken, diğer

\ ııııı
i

KUR' AN'DA Hz. ALİ'NİN VELAYETİ......./  113

bir grubun da, Ehl-i Beyt'in gerçek makamlarını(1) anlayarak insaf yolunu seçtiklerini ve Hz. Ali'yi Hülefa-i Raşidin'den biri olarak saymaya çalıştıklarını görüyoruz. Ama bunun yanısıra; yine de Hz. Ali'nin gerçekten böyle bir makama sahip olduğunu açık bir şekilde açıklamak cesaretini bulamamışlardır. Bu yüzden de onların sihahlarında Hz. Ali'nin faziletlerinden ancak önce başa geçenlerin hilafetleriyle çelişmeyen az bir bölümüne yer verdiklerini görüyoruz. Bazıları da Ebubekir, Ömer ve Osman'ın fazileti hakkında Hz. Ali'nin diliyle bazı yalan hadisler uydurarak kendi hayallerince Hz. Ali'nin efdaliyetine inanan Şia'yı bir Çıkmala sokmak istemişlerdir.

        Ben yaptığım araştırmalarda şu neticeye ulaştım ki o zamanlar şahisiyetlerin şöhret ve büyüklükleri onların Hz. Ali'ye karşı olan düşmanlıklarıyla ölçülürdü. ister Emevi'ler olsun, ister Abbasi'ler döneminde Hz. Ali'yle düşman olan, dili veya kılıcıyla O hazrete ve onun şiasına karşı tavır alan şahıslara devlette önemli mevkiler veriliyordı.

        Bu yüzden pek çokları bazı sahabelerin makamını halkın nazarında yüceltiyor, bazısının değeri ise düşürülüyordu. Bazı şairlere hesapsız mal verilirken Ehl-i Beyt'i savunan şairleri öldürüyorlardı. Belkide Ümm'ül Mü'minin Aişe de Hz. Ali'ye düşman olup
(2) Hazretle savaşmasaydı bu derece

------------------------

1 - Zira Ehl-i Beyt imamları ahlaklarıyla, kitapları dolduran ilimleriyle, zühd, takva ve Allah-u Teâlâ'nın onlara hediye ettiği kerametleriyle kendilerini herkese kabullendiriyorlardı.
2 -
Aişe Hz. Ali'nin isminin anılmasına bile tahammül edemiyordu.
(Buhari, c.l, s.162- c.7, s.18- c.5, s.140) Yine tarihçilerin yazdığına göre Hz. Ali'nin şahadet haberini alınca şükür secdesi ederek bu konuda bir de bir şiir okudu.



114  /  DOĞRULARLA BİRLİKTE

yükselmezdi.

        İşte bunun içindir ki Abbasi'lerin Buhari, Müslim ve İmam Malik'in makamlarını yükselttiklerini görüyoruz Zira bunlar Hz. Ali'nin faziletinden çok az bir bölümüne değinmişlerdir. Hatta onların kitaplarında Hz. Ali'nin özel bir fazilet ve imtiyazı olmadığına dair hadis de mevcuttur. Örneğin Buhari, Sahih'inde "Osman'ın menakibi" bölümünde ibn-i Ömer'in şöyle dediğini naklediyor.

        "Biz ResuluHah'ln (s.a.a) zamanında hiç kimseyi Ebubekir'in seviyesinde görmüyorduk; sonra Ömer, sonra da Osman gelirdi; bunlardan sonra ise Peygamber'in sahab'lerinden hiç kimseyi kimseden üstün bilmiyorduk."(1) Bu söze göre sayısız faziletIere sahip olan Hz. Ali müslümanlar arasında sıradan bir kişi idi!

        Elbette bunların yanısıra, Islam ümmeti içerisinde Mü'tezili ve Hariciler gibi Şia'nın görüşünü benimsemeyen diğer gruplar da mevcuttu.

        Hz. Ali'nin ve evlatlarının imametine inanmak insanı tarih boyunca devlet makamlarında önemli bir mevkiye geçmekten mahrum kılıyordu. Nitekim asrımızda veraset veya seçim yoluyla başa geçenlerin Ehl-i Beyt'in hilafetine

--- - - - - - - - - --------------

1 - Sahih-i Buhari, c.4, s.191 ve s201. Yine c.4, s.195'te Hanefi'ye nisbet verdiği bir rivayette şöyle diyor:
"Babama Resulullah'tan sonra kim daha üstündür diye sordum; "Ebu bekir"dedi Sonra kim? dedim; "Sonra Ömer." dedi. Daha sonra Osman demesinden korktuğum için ona, "sonra sen mi"? dedim; "Ben ancak müslümanlardan birisiyim" dedi.



KUR' AN'DA Hz. ALİ'NİN VELA YETİ........../ 115

inanmaktan pek hoşlanmakdıkları ortadadır. Onlar Şia'ya mahsus olan imarnet inancını teokratık bir görüş olarak adlandırıp onunla istihza bile ediyorlar. Özellikle Şia'nın gaybette bulunan bir imarnın varlığına dair inancını kabul edemiyorlar. Onların yanılgılarının asıl kaynağı her yönüyle ilahi olan bir şeyi eksik mantıklarının ölçüleriyle hazrnetrneğe çalışmalarıdır.

        Evet Şia; hiç bir tereddüte kapılmadan Hz. Mehdi aleyhisselam'ın zuhur edip yeryüzünü zulüm ve işkenceyle dolduktan sonra tekrar adaletle dolduracağına inanmaktadır.

        (Şia'ya göre Mehdi-yi Muntazar Peygamber'in varisleri olan 12 İmam'ın sonuncusudur; yani 11. İmam Hasan Askeri'nin oğludur. O, Hz. Hızır gibi ilahi irade gereği hayattadır, ama gaybet halindedir. O'nun gaybet halindeki varlığı bulut arkasındaki güneş gibi, insanlar için yararlıdır. Allah'ın lütfu ile hak dini yeryüzünde hakim kılmak için mutlaka bir gün zuhur edecektir.)

        Tekrar asıl konumula dönerek, bağnazlığa düşmeden tam bir sessizlik içerisinde ikmal-i din ayetinin hangi münasebet ve sebepten dolayı nazil olduğunu, her iki tarafın da bu konudaki sözlerinin eleştirisini yaparak inceleyelim. Onun bunun hoşnut olması veya birilerinin danlması bizi ilgilendirmemektedir. Zira maksadımız Allah'ın rızasıdır. Maksadımız selim kalple Allah'a dönenler dışında ne malın ne de evladın bir fayda vermediği bir günde (Şuarâ süresi, ayet, 88) O'nun azabından kurtulmaktır.



116  /  DOĞRULARLA BİRLİKTE

                    

"Bir gündür o gün ki yüzler ağarır, ve yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, denilir. inandıktan sonra kafir mi oldunuz? Kafir olmanıza karşılık tadın azabı, yüzleri ağaranlara gelince onlar, Allah'ın rahmetindedir, onlar, o rahmette ebedi olarak kalırlar."

AI-i İmran / 106-107